1 Aralık 2012 Cumartesi

Ocak Dışısın

Tarihin en iyi aksiyon filmlerini say deseniz bunların içinde ilk akla gelicek filmler kuşkusuz 'The Bourne' serisindeki üç film olur. Yasal uyarı olarak öncelikle hala The Bourne serisini izlememiş olanlarınız varsa, yani öyle bir yanlışın içinde hala yaşayanlarınız varsa direk yazıyı okumayı burada kesip direk açıp filmleri izlesinler.


The Bourne Ultimatum ile nirvanaya ulaştıktan sonra "Abi bir sonraki filmde ölenler olur." diye beklemeye başladık. Tam 5 sene. Filme dair neler olabileceği yavaş yavaş haber olmaya başlarken, filmin senaryosunu yine Tony Gilroy'un yazdığını öğrendik, umutlandık. Biz yine yönetmen koltuğunda Paul Greengrass abimizi beklerken yönetmenliğide Tony Gilroy'un yapacağını okuduk. Greengrass'sız olur mu ki ? Nasıl olur ? diye merak ederken yeni filmde Matt Damon'ın oynamayacağını öğrenince direk yapacağınız filmi seveyim ben gidiyorum moduna girdim. Zira Matt Damon'sız bir Bourne filmi olamaz, olmamalıydı...


Yeni filme olan beklentilerim düşükken sinemada gitmekte istemedim. Filmi yeni izleyip bitirince anladım ki çok doğru yapmışım. Blog'a bayadır yazmıyordum ama film beklenti düşüklüğüme rağmen o kadar kötüydü ki birşeyler karalamak istedim.
Öncelikle cast seçimi "Edward Norton gelsin bizi kurtarsın" kafasında olmuş. Esas adam Jeremy Renner hiç olmamış zira herifi her gördüğümde bir sonraki sahnede Hulk'un çıkacağını bekledim.[1] Rachel Weisz ise filmde acayip şekilde Natalie Portman'a benziyor öyle böyle değil. 
Filme gelirsek;
- Filmin başları 3. filmin sonları ile çakışıyor ve Ezra Kramer'den Jason Bourne'un kaçtığını öğreniyoruz. Filmin saçma kurgusu ise Bourne kaçtı diye programdaki bütün elemanları öldürme çalışmaları ile devam ediyor. 
- Programdaki ajanların haplanmış Kaptan Amerika'lar olarak gösterilmeleri acayip berbat bir fikir olmuş. 
- Filmin başlarında Simon Ross'un öldürüldüğü Waterloo sahnesinden bir pasaj izliyoruz, heyecanlanıyoruz fakat filmin yaklaşık ilk 1 saatinde aksiyon yok. The Bourne serisinin devam filmi olduğu iddia edilen filmde 1 saat boyunca aksiyon yok, evet.
- Esas oğlan Aaron Cross'un geçmişine dair birşey yok. Tamam Irak savaşından dönmüş daha sonra programa girmiş ama yeterli değil. Motivasyonu ne bu adamın ? Bilmiyoruz.
- Bazı sahnelerde Jason Bourne'un resimlerini görüyoruz. Alaska sahnesinde yatağa adını kazıdığını görüyoruz . Can sıkıyor. Özellikle Aaron'ın rüyasında Jason tarzı sorgulama sahneleri görmesi çok yaratıcı olmuş. Gurur duyduk, aferim.
- Çok fazla gereksiz diyalog var. Özellikle ilk bir saat filmin altyapısını oluşturmak için o kadar çok diyalog giriyor ki bir an dram filmi mi izliyorum arkadaş diye düşünebilirsiniz.
- Yetersiz beslenmiş aşk hikayesi yaratmışlar. Jason-Marie ve Jason-Nicky hikayelerinin yanına bile yaklaşamaz. Yapılmak için yazılmış olduğunu görüyorsunuz zaten.
- Edward Norton en sevdiğim 5 aktörden biridir fakat şu filmde bu kadar kötü kullanılması ayrıca leş bir durum. 
- Manila'da ki kovalamaca sahnelerindeki çekimler çok kötüydü. Dar kadrajlar aksiyonun içine girmenizi engelliyor. Elimizde diğer filmlerdeki aksiyon verileri varken farkı daha iyi anlayabiliyoruz.
- Ultimatum'un Fas sahnesindeki Desh vari bir ajan yollanıyor esas oğlanı öldürmek için fakat eleman daha olayın içine giremeden ölüyor. 
- Final ise ayrı bir komedi. 'Çifte kumrularımızı' okyanusta mutlu mesut koy götüne rahvan gitsin minvalinde buluyoruz. 
- Filmin tek güzel yanı sonunda Extreme Ways  çalması. 

Kısaca film Bourne'un isminden gişe yapmaya çalışmış ucuz bir Amerikan filmi, o kadar. Benim gibi The Bourne hastası bir adam değilseniz ve bu tarz filmleri seviyorsanız, hoşunuzada gidebilir. Ama Identity, Supremacy ve Ultimatum'un yanında ismini dahi anmam. Bourne serisi benim için üçleme olarak kalıcak. 



[1] Jeremy Renner, yakın zamanda çıkan The Avengers filminde Hawkeye karakterini oynamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder